2 Kasım 2014 Pazar

... Ülkedir Türkiye!


Emre Belözoğlu'nun 17 yıldır futbolcu, Melih Gökçek'in 20 yıldır Belediye Başkanı, Recep Tayyip Erdoğan'ın 10 yıl Başbakan olduğu ülkedir, Türkiye.

Okan Bayülgen'in entellektüel, Abdurrahman Dilipak'ın yazar, Şafak Sezer'in oyuncu olduğu ülkedir, Türkiye.

Fatih Terim'in antrenör, Aziz Yıldırım'ın futbol takımı başkanı, Erman Toroğlu'nun yorumcu olduğu ülkedir, Türkiye.

Yılmaz Özdil'in gazeteci, Oğuz Haksever'in haber spikeri,  NTV'nin haber kanalı olduğu ülkedir, Türkiye.

Hakan Şükür'ün milletvelili, Necati Şamaz'ın akil insan, Salih Memecan'ın karikatürist olduğu ülkedir, Türkiye.

...

Uzun bir kıssadan hisse.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Ekmek

Bir vakit,
              ekmek bölüşelim.

28 Ağustos 2014 Perşembe

Ne küfür ederlerdi, insanca bilselerdi!

"Günaydın." dedim her zaman ki gibi. Ve hep "Sana da günaydın Yasin" demelerini bekledim.

Evin az ötesi.

Sabah sabah 3 güvercin çılgınca eğleniyordu. En soldakinin bir maili vardı; ama su soğuk muydu, neydi pek yanaşmadı. O da benim gibi 'bu kadar eğlenecek ne var ki' derdi insanca bilseydi. Ben oracıktan uzaklaşırken yanımdan biri geçti. Sonra o biri güvercinlere 'hadi hadi' dedi, duydum! Güvercinler çam ağacına kondu. Etraflarında 2-3 adım atarak önce su birikintisine ardından kendilerini kovan insana baktılar!

Ne küfür ederlerdi, insanca bilselerdi!

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Metrobüs Belgeseli: Ceberrut Sevgili

Metrobüsteyim. 

Karşılıklı bakan 2'li koltuklardan birinde kafamı gıdım gıdım esen klima rüzgarına denk getirmeye çalışırken; boynumu da pıt pıt damlayan suyundan korumaya çalışıyorum. 

Kadın, yanındaki cool ve egolu sevgilisini konuşturmaya uğraşıyordu. Ceberrut sevgilinin duvarlarına çarpıla çarpıla terbiye edilen hevesi 3 durak sonra can verdi. Bir süre Ceberrut sevgilisi gibi olmaya ve durmaya çalıştı. Elini çantasına uzattı. Cep telefonu diye çantasından TV kumandası çıķardı! Hızlıca yanındakine döndü.Hıphızlıca çantasına geri koydu. Gözlerim büyüdü, güzel güldüm. Yüzüme baktı, güldü. "Şşş" der gibiydi. Ceberrut'a bakıp "dün akşam çok güzel uyudum yeaaa" derken çok sevimliydi.

15 Mayıs 2014 Perşembe

"Biz olsak 3 günde kurtarırız"

Yıl 2010.

Şili'nin Puquios kentinde 33 madenci yerin yaklaşık 700 metre altında mahsur kalır. Madenciler hayatta kalmak için maden şirketinin yaklaşık 300 bin dolarlık "kaçış odalarına" sığınır. Kurtarma ekibi 17 gün sonra madencilerin kaçış odalarına sığındıklarını tespit eder. Madencileri yaşatmak için önce 10-15 cm genişliğinde sondaj yapılarak hava ve temel besin gıdaları almaları sağlanır. Sonra Şili hükümeti bu kurtarma çalışmasını tek başına yapamayacağını açıklayarak uluslararası yardım ister. Ardından gelen yardım ile birlikte yapılan zemin etüdleri sonrası sondaj yapılacak zemin tespit edilir. Daha sonra 60-70 cm çapında bir delik açılır. Ve madenciler demir bir tüp levha eşliğinde çıkarılır.

Dönemin AKP'li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, medyada bu olayın bu kadar abartılmasına içerlenmiş olacak ki; basının karşına geçer ve 'Biz olsak 3 günde kurtarırız. Bizim madenlerimizde işçilerimizin güvenle ve aylarca kalabilecekleri mekânlar var. Zaten ona benzer yerlerde dinleniyorlar, yemeklerini yiyorlar.

Niye o kadar büyütüyoruz. Şili'de olup biten hadiseyi? Şöyle örnek vereyim, içeriye indirilen sondajın genişliğiyle, aslında yapılan kafes birbirinden farklıydı, uyumlu değildi. Kafes sondaj deliğinden içeriye giremediği için geciktiler. Çok da basit bir hadiseydi halbuki." der.

Dinçer'in bahsettiği olay ise Zonguldak'ta yaşanan grizu patlamasıdır! Patlama sonrası 3 gün süren kurtarma çalışması sonucu 30 işçinin öldüğü anlaşılır! 28 işçinin cesedi çıkarılır; ancak 2 madenci Dursun Kartal ve Engin Düzcük'ün bedenleri ve ruhları hâlâ toprak altındadır!



24 Nisan 2014 Perşembe

Penceremin karşısındaki çam ağacı

Hani bir insana benzetseniz, bakıp bakıp seyre dalacağınız bir çam ağacı. Göz kararıyla boyu 27-28 metre. Dalları aşağıdan yukarı doğru kısalan ve darlaşan bir yapıya sahip. Hani resim defterlerine çizdiğimiz uzun, filinta gibi çam ağaçları var ya.

Hah ondan!

Akşamları odama kadar uzanan zarif dalları, gecenin serin havasını odama buyur ederken; sallanan dal sesleri de yer yer bir filme fon sesi; yer yer de okumalarım sırasında bir nokta, bir ünlem kadar yerli yerinde.

Bazen mahallenin veletleri çam ağacına yumup, saklambaç oynuyorlar. Sobelenen hırsını çam ağacını tekmeleyerek alıyor. He ağaca bir şey olduğu yok; ama tekmelemesinler istiyorum. “Lann” diye bağırıyorum, camdan “Tamam yeea Yasin Abi” diyorlar. Yağmur yağınca sevgili çam ağacının altında bekleyip bir sigara içip eve geçiyorum. Sigara içmeme kızıyor. Sinirli sinirli dallarını oynatıyor. Söndürüp eve gidiyorum. Bahçeye ektiğimiz 4 yeni çam ağacını kolaçan ediyorum. “İnşallah büyünce senin gibi olurlar” diyorum. Bi tanesine üzülüyorum, hafiften sararıyor.

Çok ıslanınca eve gidiyorum. Camı açıp derin bir nefes alasım geliyor. Pencereye yaklaşıyorum. 25 metrekilik zarif çam ağacı, şımarıklığa veriyor. Dallarında biriktirdiği su damlalarını, gerilip gerilip bazen ben tam pencereden "Oh be toprak kokusu" derken yüzüme fırlatıyor.  Gülüp, teşekkür ediyorum.

Sonra uyuyorum.

Sabah 7.30’da evden çıkıp bizim olmayan karşı komşunun o zarif çamının ara sokağa savurduğu ne kadar hava varsa ciğerlerime yüklüyorum.

“Akşam görüşürüz sevgili çam ağacı” diyorum...

7 Nisan 2014 Pazartesi

Satır Başlarından XVII

Adalet insanda başlar; insanda biter. 31 Mayıs 2013/31 Mart 2014

Ne otobüs yolcuları taşıyabiliyordu, ne de yolcular o kalabalığı.

Nerede bir uzun ara sokak görsem kendimi kaybedip koşmaya başlıyorum.

Önce mutlu olmadığı göründü, sonra mecburiyeti belirdi, mutlu gibi görünen yüzünün ardından. Öylece kısa süre oturduk. Sigara içtik.

11 Mart 2014 Salı

Berkin Elvan’ı Nasıl Bilirdiniz, Recep Tayyip Erdoğan?

"... Niye bunları indirmediler! İç İşleri Bakanıma şunu söyledim. 24 Saat! 24 Saat!... Diyorlar ki polise talimatı kim verdi? Ben verdim! Ben verdim!... Polisimiz adeta bir kahramanlık destanı yazmıştır.”

Yukarıda tırnak içine aldığım ve sonlarına isim yazma gereksinimi duymadığım sözlerin kime ait olduğunu cem-i cümle biliyor.

Peki, siz Recep Tayyip Erdoğan Berkin Elvan’ı bilir misiniz?

15 yaşındaydı.

15 Haziran akşamı ekmek almak için evinden çıktı.

Polis tarafından başından gaz kapsülüyle vuruldu.

269 gün boyunca yaşam mücadelesi verdi.

Sizler yönettiğiniz ülkenin sorunlarını kafasını değil; göbeklerini kaşıyarak düşünenlerdensiniz!

Çünkü sizler;

“Eminim Berkin Elvan artık uyanmıştır. Güzel bir eğitim yılı ve başarılar diliyorum. Bahtı açık olsun." (16 Eylül 2013/Maliye Bakanı Mehmet Şimşek) diyecek kadarsınız.

Ağalar!

Biz çocukken ekmek almaya gitmek ve artan para ile de bir şeker alabilmek için sokağa koşar adım çıkardık.

Biz çocukken evden ekmek almak için çıkan. Onu ekmeğinden ayrı düşürmeye çalışan; saltanat meraklılarına boyun eğmeyen Keloğlan hikâyeleriyle büyüdük.

Sizler masal kahramanımızı öldürdünüz!

Siz , 15 yaşında aşık olabilecek kadar cesur bir çocuğu öldürdünüz!




22 Ocak 2014 Çarşamba

Toplumsal Hafızamızı Güçlendirmek İçin: Adres Tarifi

Hrant Dink anmasındaydık…

Taksim’den Agos’a, o çirkin beton zeminde yürüyoruz. Nereye baksam kafasında kaskı, elinde copu, biber gazı hatta uzun namlulu silahı ile ara sokaklarda insan avına çıkmış polisleri görüyordum.
Ahparig

Baktığım her yer birkaç saniyelik kayıplar yaratıyordu, gerçek andan.

Dalıyordum.

Sokak arasında bir adamı onlarca polis dövüyordu, hemen karşısındaki anıtın altında kanlar içinde yere serilmiş gencecik bir kadın vardı. TOMA’dan çıkan suyla 5 metre geriye fırlatılan heybetli ağabey, daha dayanıklı değildi 2 santimetrelik ciğeriyle nefes almaya çalışan bebeden.

Velhasıl devlet hiçbir zaman bu kadar "eşitlikçi" olmamıştı.

Bir iki adım atıyorum. Ayağımın altındaki beton zemin o kadar rahatsız ediyor ki; barikatı yıkıp çimenlerin üzerine basmak istiyorum. Bir... iki... üç..! olmuyor. Gücüm yetmiyor, üzerinden atlıyorum. Derken çimene basmamıza bile müsaade etmiyorlar. Yani suratına dönüp “çimene basmak istiyorum ulan eşoğlueşşek” demek istiyorum. Yüzüne bakıyorum, hemen yanımıza bir diğeri geliyor.

Uzaklaştırılıyoruz.

Çimenlere basa basa Divan’a doğru yürüyoruz.

Divan’ın önünden gelen kalabalığa bakıyorum. Güneş, Haziran güneşi kadar ısıtıyor.

Sahne yine değişiyor. Sloganlar, gaz kokuları, kalkan sesleri...

Sonra hemen çaprazımda bir kaç el silah sesi geliyor, Ethem’i yerde görüyorum, Ali’yi tekmeliyorlar, Mehmet’i eziyorlar, Abdullah’ı, Medeni’yi vuruyorlar…

Dalmış bir halde yürürken, Agos’u görüyorum.

Konuşmalar oluyor. Dinliyor ve dağılıyoruz.

Biri gelip metroyu soruyor.

Anlatıyorum:

Hrant Dink’in 3 kurşunla vurulduğu kaldırımı karşına al, sola dön, dümdüz yürü. Metro girişini göreceksin!

Demem o ki; nereden başlayacağınızı biliyorsunuz, Eskişehir sokaklarını, Ankara meydanlarını, Hatay mahallelerini, Diyarbakır karakollarını, İzmir sahillerini ve İstanbul parklarını anlatmaya.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...